Türkiye – Suriye İlişkilerinde Neler Oluyor?
Nihat KÖKMEN, (E) Hava Korgeneral,
EDAM Ynt.Krl. Üyesi
Suriye, son zamanlarda Ortadoğu siyasetinde adını çeşitli vesilelerle sıkça duyduğumuz, Tunus’ta özgürlük isteyen bir gencin kendini yakması ile ivme kazanıp hızla yayılan Arap Baharı projesi ile başlayan karışıklık ve krizlerle mücadele eden ve çok sayıda etnik grup barındıran bir ülke olarak öne çıkmaktadır. 2011’de başlayan iç savaşa kadar çok büyük sorunlar yaşamamış, 911 kilometrelik sınırı paylaşmış tarihi ve akrabalık bağları olan iki dost, komşu ülkeden, bu savaş ortamına nasıl geldik? Daha da önemlisi, şimdi 180 derecelik bir dönüşle neden o eski barış dönemimize dönme ihtiyacı duyduk? Bu bağlamda bu ay içinde gerek Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmesi sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dönüş yolunda yaptığı ılımlı açıklamalar, gerekse Dışişleri Bakanının Büyükelçiler Konferansı kapanış konuşmasında Suriye’ye ilişkin yumuşak tondaki açıklamaları Türkiye’nin bugüne kadar Suriye konusunda izlediği güvenlikçi politika yerine tekrar diplomasiye döneceğinin bir işareti olarak algılanmıştır. Bu konu, kamuoyunda halen tartışılmaya devam etmektedir. Bu temaslar muhtemelen istihbarat birimleri arasındaki görüşmelerden daha ileri seviyelere geçmiş olabilir; ancak bu konuda resmi bir açıklama henüz yapılmadı. Konuya ilişkin olarak belirtilen tek husus, Dışişleri Bakanının Suriyeli mevkidaşı ile 2021 Ekim’inde Belgrad’da Bağlantısızlar Konferansı vesilesiyle ayaküstü görüşmesi olmuştur.
SICAK İLİŞKİLER DÖNEMİ
Başlangıçta belirttiğim yıla geri dönersek, o süreçte komşumuz Suriye ile ilişkilerin en yoğun ve verimli olduğu bir dönem yaşanmış, iki ülke arasında sık sık üst düzey ziyaretler gerçekleşmiştir. Söz konusu ziyaretler vesilesiyle zamanında savunma sanayi konusundan sorumlu olduğum birimde muhataplarımın taleplerine tanık olunca, Suriye’nin gerçekten samimi olarak Türkiye ile iş birliğine çok hazır olduğu açıktı. Suriye tarafı, ülkemizde bulunan, kendi kaynaklarımızla ürettiğimiz silah, mühimmat, teçhizat ve hatta bunları üreten fabrikaların anahtar teslimi kurulmasına kadar geniş bir talep listesiyle karşımıza gelmişti. 15 Haziran 2011 tarihinde icra edilen Türkiye-Suriye savunma sanayi iş birliği ikili toplantısına katılan muhatabım Suriye Devlet Başkanı Özel Temsilcisi emekli general ve eski Savunma Bakanı, Sünni-Türkmen kökenli Hasan Kurmani idi. Kurmani’nin, bu toplantıdan bir yıl sonra 18 Temmuz 2012 tarihinde ulusal güvenlik toplantısı esnasında, açık kaynaklarda esasen yer aldığı üzere, muhalif güçler (Özgür Suriye Ordusu-ÖSO) tarafından yapılan bombalı bir suikast sonucu hayatını kaybetmiş olması ilişkilerin devam etmesini engellemeye dönük önemli bir olay olarak değerlendirilmektedir. Bu noktada, savunma sanayi alanında Türkiye ile ilişkilerin stratejik seviyeye taşınması için büyük çaba sarf eden Suriye Devlet Başkanı Özel Temsilcisi Hasan Kurmani’nin özellikle hedef olarak seçilmiş olabileceği sorusu akla gelmektedir. Özetlemek gerekirse, ilişkilerin stratejik seviyeye evrildiği bir aşamadan keskin bir dönüşle, savaş içerisindeki iki komşu ülke durumuna gelmesi veya getirilmesi zamanlama açısından oldukça önemli bir gelişme olmuştur. Şu anda Suriye’deki önemli aktörlere baktığımızda savaşın esas sebepleri hakkında biraz da olsa fikir beyan edebilmek mümkündür.
BİRİNCİ AKTÖR RUSYA
Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra iddiaya göre Suriye’nin daveti üzerine Rusya, Doğu Akdeniz’de bulundurduğu gemileri için güvenli bir liman olarak kullandığı Tartus limanına ilave olarak, Hymeymim hava üssünden de etkin olarak yararlanmak üzere Suriye ile anlaşmaya varmıştır. Ayrıca, Suriye’de önceden bulundurduğu asker ve uçak sayısını artırarak savaşa doğrudan müdahil olan önemli bir aktör, oyun kurucu ve oyun değiştirici rolü üstlenmiştir. Bölgede asli olarak Esad rejimini desteklemesine rağmen diğer etnik ve radikal gruplarla da ilişkisini sürdürmeye devam eden Rusya, konjonktüre göre oyunu farklı kulvarlarda yürütme becerisini de sergilemektedir. Özellikle Ukrayna savaşı sebebiyle ihtiyaç duyduğu muharebe tecrübesi olan komutan ve askerlerin önemli bir kısmını bölgeden kaydırmasına rağmen Suriye cephesinde uyguladığı siyaset ile kendi çıkarlarına hizmet eden dengeleri bugüne kadar başarıyla koruyabilmiştir.
İKİNCİ AKTÖR ABD
ABD kuzey Suriye’de Fırat nehrinin doğusundaki bölgenin kontrolüne sahip ikinci önemli aktördür. Hilafet devleti kurma çabasındaki IŞID’la mücadelede Türkiye’nin bekası bakımından önemli bir güvenlik tehdidi oluşturan PKK’nın uzantısı PYD/YPG ile iş birliği yapma yolunu seçmiş ve bu terör gruplarını düzenli olarak sağladığı silah, mühimmat, teçhizat ve eğitim kolaylığıyla desteklemiştir. Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına da tehdit olabilecek gelişmelere zemin yaratabilecek ulusal çıkarlarımız bakımından kabul edilmez bu destek ne yazık ki halen sürmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 2016 yılından itibaren Suriye’nin kuzeyinde icra edilen harekatlarda (Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı), IŞID’in de dahil olduğu terör örgütlerine büyük zayiat verdirilmiştir. Bu mücadele halen devam etmektedir.
Operasyon yapılan bölgelerde merkezi hükümetin kontrolünün olmaması, terör örgütleri ve radikal grupların rahatça hareket etmesine sebep olmakta ve zaman zaman yapılan terör eylemleri Türkiye ve Türk halkının güvenliğini tehdit etmektedir. Bu terör örgütlerinin tabiatıyla bölgedeki en büyük hamileri Fırat’ın batısında (Tel Rıfat bölgesi dahil) Rusya, Fırat’ın doğusunda ise ABD’dir. Her iki aktör de zaman zaman karşı karşıya gelmelerine rağmen imzaladıkları tek sayfalık bir mutabakatla karşılıklı müdahale konusunda şu ana kadar ne satıhta ne de havada herhangi bir çatışma yaşamamışlardır.
ÜÇÜNCÜ AKTÖR İRAN
Bölgede açıkça kendini göstermese de oyundaki bir diğer önemli aktör ise Hizbullah aracılığı ile Suriye içinde harekete geçirebileceği radikal gruplarla dengeleri bozup karışıklık çıkarmak için güçlü bir yapıya sahip İran’dır. İran, savaş sürecinde olaylara doğrudan müdahil görünmese de Astana formatındaki üçlü toplantılarda Suriye’nin geleceğine ilişkin girdiler yapmak suretiyle varlığını ve etkisini hem masada hem sahada güçlü bir şekilde hissettirmektedir. Hatta Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle bölgeden bazı güçlerini çekmesinin ardından boşluk ortaya çıkan alanlarda etkin olarak güç yığınaklanmasına gitmiştir. İran’da, diğer iki aktör gibi, Türkiye’nin olası bir Suriye harekâtını uygun bulmadığını çeşitli vesilelerle ifade etmiş ve barış görüşmeleri için Suriye hükümetini işaret etmiştir.
HAREKAT DÜŞÜNCESİ RAFA MI KALKTI?
Ülkeler arasındaki birtakım görüşmelere ve yapılan üst düzey açıklamalara bağlı olarak son günlerde Suriye’nin kuzeyine yapılması düşünülen harekatın ikinci plana düştüğü algısı baskındır. Ancak 25 Ağustos 2022 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklama, bu harekatın hala Türkiye’nin gündeminde olduğunu göstermektedir. Bu yöndeki açıklamalara paralel olarak bölgedeki aktörlerin tamamı, yapılacak olası bir harekatın bölgedeki ‘istikrarı’ bozacağı ve karışıklıkları tırmandıracağı gerekçesini öne sürerek daha önce esasen ortaya koydukları olumsuz duruşlarını yinelemeye açıkça devam etmektedir.
Eğer Suriye’nin kuzeyine bir operasyon düşünülüyor ise, harekat çerçevesindeki en önemli konulardan birisi hava sahasının kontrol ve yönetimidir. Çünkü hava gücü, harekât alanında konuşlu satıh birliklerinin emniyeti için vazgeçilmez bir güçtür. Hava sahasının kontrol ve yönetimi, yerde ve havada bekletilen uçaklar ile İHA/SİHA’lar ve satıhtan atılan çeşitli füze ve roket sistemleri marifetiyle sağlanmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), daha önce Suriye’nin kuzeyinde icra etmiş olduğu harekât görevlerinde bazı acı tecrübeler yaşayarak da olsa bu gerçekle yüzleşmek zorunda kalmış; bu deneyimler ışığında alınan aktif/pasif tedbirler ile satıh birlikleri hedeflerine emniyetli olarak ilerlemeyi gerçekleştirmiş, tespit edilen noktalar birer birer ele geçirilerek bugün haritalarda sık sık gördüğümüz durum ortaya çıkmıştır. ABD ve Rusya Suriye’nin kuzeyine yapılması düşünülen harekata karşı olduklarını açıklamalarına rağmen, harekât alanında hava sahasını serbestçe kullanabilmek için bölgedeki bu iki aktör ile işbirliği yapma konusu kesinlikle ve ciddiyetle gündeme alınmalıdır.
SURİYE’NİN YENİDEN İNŞASI
Yaklaşık on bir yıldır savaş içinde, topraklarının yarısından fazlası dış güçlerin ve bazı etnik grupların kontrolünde olan bir ülke, elbette barışın tesis edilmesini, bu kapsamda toprak bütünlüğünün tanınmasını ilk şart olarak ortaya koyacaktır. Bu hedefe varmak için ise öncelikli olarak yabancı silahlı güçlerin topraklarından çekilmesini isteyecektir. Barışın tesisinin kolay bir süreç olmayacağı, hatta tarafların başlangıçta bir araya gelmelerinde dahi çeşitli sınamalarla karşılaşılacağı açıkça görülmektedir. Bu bağlamda barış görüşmelerinde özellikle Türkiye’nin öncü olması değerli ve önemlidir. Çünkü sınır komşumuzdan ülkemize gelen geçici sığınmacıların en başta Türkiye’nin demografik yapısının bozulması olmak üzere daha büyük ekonomik-toplumsal sorunlara yol açacağı her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.
Bu insanların güvenli bir şekilde ülkelerine dönüşlerinin sağlanması esas alınmalı, sınırlarımızda oluşan güvenlik boşluklarından istifade eden terör gruplarının eylemlerinin önlenmesi ve bunun için diplomasiyi önceleyen bir yol izlenmesi ise bir diğer temel hedef olmalıdır. Suriye’de kalıcı bir barış ve iş birliğine dönük bir ortamın oluşması, bugün ABD ve Rusya’nın, farklı saiklerle de olsa, desteklediği sözde Kürt devleti rüyasının da sonunu getirecek bir süreci tetikleyebilecektir. Yazımın başında özetlediğim ‘bahar havasının’, Türkiye-Suriye ilişkilerine egemen olması halinde normalleşecek ilişkiler sayesinde Suriye’nin altyapısının yeniden inşası, iki ülke arasındaki ticari ilişkileri canlandıracak, geçici sığınmacıların kendi ülkelerine dönüşlerini de hızlandıracak bir sürece sahne olacaktır.
SONUÇ
Suriye’nin kuzeyinde faaliyet gösteren terör örgütleri ve özellikle PKK’nın uzantısı PYD/YPG’nin hem doğuda Münbiç, hem batıda Tel Rıfat’ta mevcut varlığıyla mücadelede ulusal çıkarlarımıza uygun bir hareket tarzına ne (özellikle Astana süreciyle) Rusya ve İran’ı, ne de ABD’ni yöneltebilmek bugüne dek mümkün olamamıştır.
Türkiye, kendisinin yaşamsal güvenlik ihtiyaçlarından doğan, hukuken BM Şartı 51. Maddesine dayalı olarak gündeme getirilen, içinde bir dizi risk ve belirsizlikler barındıran bir harekât yapacağının sinyallerini son günlerde sıkça vermektedir. Suriye dahil bölge ve bölge dışı aktörlerin Türkiye’nin olası operasyonuna açık itirazlarını dile getirdikleri bu dönem, aynı zamanda Suriye’de barış ve istikrar ortamı oluşturulmasına dönük ılımlı bazı açıklamaların da yapılmasına sahne olmaktadır. Her ne kadar bu görüşmeleri kendi ajandasına göre gerçekleştirse de Suriye tarafının da bu yöndeki söylem ve temasları bulunmaktadır. Dolayısıyla, mevcut konjonktürde, ortada barışa doğru gidecek bir zeminin ortak çabalarla filizlenmesi imkanının bulunduğu söylenebilmektedir.
Barış sürecinin yeşermesi elbette zaman alacak ve sancılı olacaktır. Diğer yandan, her kulvarda güçlü bir diplomasi yürütmek ve devlet adamlarına yakışır davranışlar sergilemek kaydıyla Türkiye-Suriye arasında üst düzey görüşme ve ziyaretlerin başarıyla gerçekleşmesi halinde, mevcut olumsuz iklimi değiştirme olasılığı dışlanmamalıdır. Halihazırda en kötü barışın, en küçük çaplı da olsa çatışmalı ortama kıyasla ehven-i şer olduğu unutulmamalıdır. Bölge ülkeleri ve sınır paylaşan iki komşu olarak Türkiye ve Suriye’nin barışa şans vermelerinin zamanı artık gelmiştir.